Makale İçeriği
Lgb terimi, kendilerini gey, lezbiyen ve biseksüel olarak tanımlayan bireyler için kullanılmaktadır. Lezbiyen terimi, kadınlara yönelik cinsel, duygusal ve romantik duygular hisseden kadınlar için kullanılmaktadır. Gey terimi; hemcinslerine karşı cinsel, duygusal ve romantik duygular hisseden erkekler için kullanılmaktadır. Biseksüel terimi ise, hemcinslerine ve karşı cinsiyetteki bireylere karşı cinsel, duygusal ve romantik duygular hisseden fertler için kullanılmaktadır Geçmişte, cinselliğin sadece üreme ile ilişkilendirilmesinden kaynaklı olarak üremeye yönelik cinsel alaka ve tutumlar norm olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı, cinsel kimlik ve tutum kontekstinde bu belirlenmiş normun dışında yer alanlar hastalıklı ya da sapkın olarak ele alınmıştır ancak cinsellik sadece üreme ve soyun devam ettirilmesi ile ilgili değildir; bu durum hayvanlarda da böyledir, nitekim hayvanlarda da eşcinsel yönelimler görülmektedir. Fertler üreme ihtimallerinin olmadığı durumlarda ya da ürememek adına korunarak cinsel deneyimler yaşayabilirler. Cinsellik, yalnızca cinsel faaliyetten ibaret değildir. Bireyin kendisini cinsel anlamda nasıl gördüğü ve tanımladığı; cinsel anlamda hoşlandığı ya da hoşlanmadığı şeyler gibi birçok konu cinselliğe işaret etmektedir. Cinsiyet dual bir sistem (kadın ve erkek) halinde tanımlanmış ve bu cinsiyet düzenine uymayan fertler hastalıklı olarak görülmüştür .Öncelikle eşcinsel/homoseksüel terimleri tanımlanmış, sonrasında ise heteroseksüel terimi eşcinsel teriminin karşıtı olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu bağlamda heteronormativite; toplumun idealleştirilmiş ve normal sayılan heteroseksüel cinsel yönelim geçerliliğindeki değerlere göre ifade edildiği, heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimlerin sapkın kategorisine sokulduğu; baskı ve/veya şiddetle karşılaştığı veya da bir şekilde hizaya sokulduğu bir iktidar düzenini ifade etmektedir. Homoseksüel terimi ilk kez 1869 yılında bir hastalık olarak ele alınmıştır ve neredeyse günümüze kadar tedavi edilmeye çabalanmıştır. Özellikle 1950 ve 1970 yılları arasında tedavi için eşcinsel bireyler zorla Psikiyatri Hastanelerine kapatılmışlardır. O dönemde tedavi için bireylerin rızası olmadan elektrik şoku; apomorfinle kusturma ve davranış terapisi gibi yöntemler uygulanmıştır. Buna karşılık DSM-2’nin 6. Baskısı itibariyle eşcinsellik patolojik bir kavram olmaktan çıkmıştır.
Günümüze kadar, LGBT bireylere yönelik bakış açıları farklılıklar göstermiştir. Örneğin; muhafazakâr olan toplumlar, heteroseksüel olmayı bir norm kabul ederek; cinsiyetler için belirli roller öne sürmektedir. Bu toplumsal normların dışında kalanları ise kabul etmemektedir. Diğer taraftan, heteroseksüelliği mutlak bir norm olarak görmeyen bazı ülkelerde eşcinsel evlilikler mümkün olabilmektedir. (https://de.euronews.com ,2022). Muhafazakâr bir yapıya sahip olan Türkiye’de ise eşcinsellik, çoğu kişi tarafından onaylanmamak ile birlikte anormal bir durum olarak da algılanabilmektedir. Bireylerin yaşadığı toplumsal yapıya bağlı olarak da LGBT fertlerin sosyal, akademik, kariyer, duygusal, ekonomik vb. hayatları da etkilenmektedir.
Yapılan araştırmalar azımsanmayacak miktarda LGB bireyin kimi zaman zarar görmeme, sorundan kaçınma, reddedilmeyi engelleme, ayrımcılığa maruz kalmama gibi birçok sebepten dolayı cinsel yönelimlerini ve/veya cinsiyet kimliklerini gizlediğini göstermektedir. Çoğu insan için başkalarının onları nasıl değerlendirdiklerini bilmek genellikle önemlidir. Kimi fertler bu değerlendirmeler üzerine daha fazla kaygı duymaktadırlar. Bireylerin sosyal etkileşimlerde yansıttıkları izlenimleri izlemek ve kontrol etmekle uğraşı vermeleri, çevrelerinde yer alan sosyal ipuçlarına duyarlı halde olmaları ve bu sosyal ipuçlarını, tutumlarını düzenlemede rehber olarak kullanmalarından dolayı kendini ayarlama becerisi yüksek olan bireyler olarak adlandırılmaktadırlar.
Kendini ayarlama becerisi düşük olan bireyler ise çoğunlukla kendi kişisel eğilimlerini ve davranışlarını sergilemeye çalışmaktadırlar; davranışlarına kendi içsel durumları, tutumları ve eğilimleri rehberlik etmektedirler. Birçok LGB birey için kendini ayarlama, cinsiyet kimliklerini veya cinsel yönelimlerini gizlemenin esas yoludur. Yapılan araştırmalar cinsel yönelimini ve/veya cinsiyet kimliğini gizlemenin kişinin üzerinde baskı ve düşük benlik saygısı hissetmesine; aile ve sosyal çevreden uzaklaşmasına ve soyutlanmış hissetmesine neden olmaktadır. Özellikle dışlanmak ve etiketlenmek bu bireylerde ağır psikolojik hasarlar bırakmaktadır. Cinsel azınlık grubuna dahil bireylerin maruz kaldığı durumların olumsuz duygulanımı arttırdığı birçok araştırma sonucuyla kanıtlanmıştır (Rostosky ve diğ., 2009; Swim, Johnston ve Pearson, 2009; Douglas ve diğ., 2017). Araştırma sonuçlarına göre, heteroseksüellere kıyasla biseksüel, lezbiyen ve geylerin maruz kaldıkları olumsuz yaşantılardan dolayı madde kötüye kullanımı, duygulanım bozuklukları, kendine zarar verme ve intihar gibi çeşitli ruh sağlığı sorunlarını daha fazla yaşadıkları gözlenmiştir (Remafedi ve diğ., 1998). Aile ve arkadaşlarla sosyal açıdan desteklenen ilişkilerin olması; ihtiyaç hissettiklerinde yardım edileceğine dair bilginin verildiği güven hissi ile birlikte zorluklarla başa çıkabileceklerine dair umut hissedilmesi açısından bireylerin mutluluk ve iyi oluş düzeylerine olumlu yönde etki etmektedir. Destek olacak birilerinin olduğuna dair bu düşünce, kişinin içerisinde bulunduğu stres yaratan durumları daha az stresli algılamasını sağlayarak, stresin olumsuz etkilerini azaltabilme veya engelleyebilmesine yardımcı olmaktadır. Yapılan araştırmalara bakıldığında cinsiyet ve/veya cinsel yönelim fark etmeksizin; sosyal desteğin psikolojik sağlık ile pozitif yönde ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Genel olarak, sosyal desteğin eksikliği depresyon gibi durumlara sebep olabilmektedir. Bu olumsuz psikolojik durumlar dolaylı ya da doğrudan olarak hastalıklara yatkınlığı ve intihar olasılığını yükseltmektedir. Sosyal destek ile yalnızlık, depresif belirtiler, intihara eğilim ve stres düzeyi arasında negatif yönde anlamlı ilişki gözlenmiştir. Yapılan çalışmalar LGB bireyler için fiziksel ve ruhsal sağlık bağlamında açıkça bir eşitsizlik olduğunu göstermiştir (Conron, Miniaga ve Landers, 2010). Araştırma sonuçlarında sosyal destek düzeyi yüksek olan LGB bireylerin iyi oluş düzeylerinin yüksek olduğu bulunmuştur. LGB bireyler için aileden alınan sosyal destek oldukça önemlidir; ailesi dışındaki bireylerden destek alan LGB bireylerin genel olarak yüksek sosyal destek düzeyine sahip bireylere göre daha fazla ruh sağlığı problemleri ile baş etmek zorunda kaldıkları araştırmalarca saptanmıştır (McConnell, Bitkett ve Mustanski, 2016). Bununla birlikte aile yapısı toplumdan topluma değişmektedir ve buna bağlı olarak da ailelerin tutumları da genellikle içinde bulunulan topluma göre şekil alabilmektedir.
Alanyazında cinsel azınlık grubunda yer alan bireylerin mutluluk düzeylerini inceleyen sınırlı sayıda araştırma mevcuttur. Bununla birlikte sosyal desteğin bireylerin ruh sağlığını koruyucu etki gösterdiğine dair birçok araştırma mevcuttur (Cassel, 1976). Yapılan araştırmalar LGB gençler için aile kabulü ile iyi-oluş arasında pozitif bir ilişki olduğunu göstermektedir (Doty ve diğ., 2010; Elizur ve Ziv, 2001). İyi oluş kavramı kültürden kültüre de değişiklik göstermektedir; toplumsal eşitliğin bulunduğu kültürlerin iyi oluş düzeylerinin daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Bireylerin öznel iyi-oluş düzeyleri bireyci kültürlerde toplulukçu kültürlere göre daha yüksektir. Bireyci kültürler bireyin kendisinin, duygularının, düşüncelerinin ve duygularının önemini vurgulayan kültürlerdir. Bunun aksine toplulukçu kültürlerde ise bireyler toplumun arzuları için kendilerini feda etmeye razı gelirler ve diğer insanların düşüncelerine kendilerininkinden daha çok önem verirler. Yapılan araştırmalar sonucunda LGB bireylerin yaşamlarını geçirdikleri sosyal çevrenin bireyci ve toplumcu olmasına göre iyi oluş düzeylerinde anlamlı farklılıklar gözlenmiştir. Toplumcu kültürler gibi daha geleneksel bir sosyal çevrede yaşayan LGB fertlerin, cinsiyet kimliklerinden ve/veya cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmaları olasıdır. Aksine, bireyci bir sosyal çevrede yaşayan LGB bireylerin, farklılıklara daha hoşgörülü olan kişilerle birlikte yaşadıklarından dolayı iyi oluş düzeylerinin yüksek olması beklenen bir sonuç olur. Ballenger’in yapmış olduğu araştırmada; lezbiyen, biseksüel ve gey gençler arasında destekleyici bir sosyal çevrenin olmamasının intihar riskini %20 arttırdığı saptanmıştır. Sonuç olarak LGB bireylerin büyük çoğunluğunun özgür yaşam ile kaygılarının olduğu gözlenmiştir. Bu kaygıların gizli saklı yaşamak ve bu şekilde yaşamaya devam etmek zorunda hissetmek, anayasal hakların olmaması, baskının ve linç eğiliminin artması, zarar görmek; hayatına müdahale edilmesi gibi kaygıları içerdiği gözlenmiştir. Aynı zamanda maruz kalınan tüm bu olumsuz deneyimlerin karşısında da LGB fertlerin kaygılarının yersiz olmadığını söylemek oldukça mümkündür. Özellikle geleneksel toplumlarda LGB bireylerin yaşamları oldukça zordur ve sosyal destek yok denecek kadar azdır; sosyal desteğin neredeyse tamamını LGB bireylerin arkadaşları oluşturmaktadır.